EU heuchelt weiter.

EU! 500 Millionen Menschen, 28 Staaten, grösster Wirtschaftsmacht. Es macht mit der Despoten der Türkei gegen Menschenrechte, gegen Demoktatie ein Deal. Warum? Weil sie ihre Nationalismen und Klein (National)staatlichkeiten beibehalten wollen. Weil sie nicht in der Lage sind, Verantwortung zu übernehmen und Solidarität zu üben. Auf Kosten der sog. Zivilisatorischen Werte. Was für eine Heuchelei.… Weiterlesen EU heuchelt weiter.

İSTANBULUM

İSTANBULUM

İstanbulum sensin,
sen istanbulumsun
İstanbulum sizsiniz,
Siz istanbulumsunuz

Ne Topraklar,ne köprüler,
ne taş duvarlar
ne gözden gönülden ırak yollar
işte oralar
hasretim sel, anılarım kum
siz varsanız oralar yurdum

ben yurtseverim
gönülden sevenim
sevilense sen
sevilense siz
İstanbul biziz

Bizimle başladı kavram
Bizimle büküldü,
bükülüyor İstanbulda zaman
Bizimle genişledi,
genişliyor mekan
Cansa hayat, Duyguysa yürek
Alevse hasret, heyecan
İstanbulumdur,
olduğun,
olduğunuz her mekan

                         Necati YILMAZ

Harvard’lı Prof. Turmp için „Tehlikeli bir Narsist Piskopat“ demiş.

Bunu bir yerden tanıyor musunuz?

Narsizm/Kendini beğenmişlik

Taner Aday

 Dikkat edin! İyi olurken kendisi yapıyor, kötü olurken hep dış mihraklar, içerdeki iş birlikçileri vb. Kendisi hep suçsuz. Toplumu kendinden yana olanlar ve olmayanlar diye bölen adam, birlikten bahsediyor! İşte bu yalancılık hastalığının ilk belirtisidir.

Narcissus, Yunan Mitolojisi’nde ırmak tanrısı Kephissos ile su perisi Liriope’nin oğludur. Kadınlar gibi erkekler de onun güzelliğine hayranmışlar. Bir gün Dağ Perisi Echo (Eko/Yankı) onu görmüş ve aşık olmuş. Narsis, onun aşkına, alay ederek, aşağılayarak karşılık verdiğinden, insanlardan uzaklaşmış. Yemeden içmeden kesilmiş. Bir deri bir kemik kalmış. Sonra da ölmüs! Bundan sonra sadece, bir yankı olarak sesi duyulur olmuş.


Eko’nun hayatı, zaten Zeus’un eşi Hera’yı gene Zeus’un emri ile oyalamak için, ona hikayeler anlatmasının, Hera tarafından anlaşılması ile kararmış. Hera bunu anlayınca, bu güzel hikayeler anlatan periyi, duyduklarının son kelime ve cümlelerini tekrar edecek kadar konuşmakla cezalandırmış.

Bir rivayete göre, kendisinden başkasını beğenmeyen Narsiss, bir gün sudaki aksine sarılmak için uzanıp suya düşmüş ve boğulmuş. Diğer rivayete göre ise, suda kendine bakarken, bir yaprak düşmüş. Su dalgalanmış, kendisini çok çirkin bulmuş ve üzüntüsünden ölmüs.

Narsis, bu kendi kendini beğenme derdinden ölünce, kardeşleri onu yakmak için odun toplamaya gitmişler. Sedyeyi hazırlamışlar. Geri döndüklerinde, ortada ceset yokmuş! Onun yerine, safran sarısı ve güzel kokulu narin bir çiçek bulmuşlar: Nergis…

Kısaca onu öldüren, ne şekilde olursa olsun, kendini beğenmişliğidir. Bugün psikolojide,aşırı derecede kendini beğenen insanlar, Narsist olarak adlandırılır.

Narsis ve Eko’nun hikayesi birçok ressama ve yazara ilham kaynağı olmuştur. Roma’lı şair Ovid (M.Ö. 43- M.S 17) „Metamorfoslar“ da (Başkalaşmalar): „Bu aldatıcı kaynakta öpücüklerini harcıyordu boşuna/Uzatıyordu kollarını gördüğü güzel boyna sarılmak için, boşuna/ Bilmiyordu kendi kendine sarılamayacağını/ Gördüğü onu alev alev yakıyordu (aşkla)/ Gözleri,onu aldatan bu çılgınlığa bağlıyordu“ diyerek anlattı; Goethe, „Seçme akrabalar“ı(Die Wahlverwandschaften), Herman Hesse, „Narsis ve Altın ağız“ ı(Narziss und Goldmund) bu mitolojik hikayeden esinlenerek yazmışlardır.

Hepimiz Narsist miyiz?

Her dönemde ve herzaman Narsist olmuştur ve vardır. Genellikle egoman olanlar bu kanuda daha rahat. İnternet, Facebook, Twitter ve hatta kendi Homepage açma olanağı vb. birçok insana, kendi kendini gösterme olanağı sunmaktadır. Eğer ısrarcı olursanız, birçok ses, dans ve model olma yarışmasında yer alarak, alkışlanma şansınız da vardır. Kısa süreli olsa da egonuzu tatmin edersiniz. Bu olanaklardan faydalanmak, sizin narsist olduğunuz anlamına gelmez. Egomani ve Narsizm arasında çok ince bir çizgi olmasına rağmen.

Bazı bilim insanları, hekesin biraz Narsist olduğunu öne sürüyorlar. Kendini beğenmişlik kimse tarafından hoş karşılanmasa da, tam da bu insanlar, ilk bakışta çekici gelen, anlattıkları dinlenen ve çabuk kariyer yapan insanlardır. Kısaca: Narsistler genellikle başarılı olurlar.

Ama sonunda gene kendilerini başarıya götüren kendini beğenmişliklerinin kurbanı olurlar

Narsistler, kendilerinin çok başka, özel yetenekleri olduklarına ve bu nedenle de çok daha başka yerlerde olup, daha iyi şeylere layık olduklarına inanırlar. Buna rağmen, „düşüş“ başlamadan önce, çevrelerindekiler tarafından beğenilirler de. Kim ki „ortada“ durur ve söze başlar, ondan birşeyler de beklenir. Bu nedenle narsistlerin başarılı olmalarında şaşılacak birşey yoktur.Siyasette, şov dünyasında, medya‘ da bu tip insanlara rastlamak zor değildir.

Narsitler genellikle yönetici olur!

Narsistler, diğer insanlara göre daha fazla çaba sarfettiklerinden, çevreleri tarafından önder konumda görülmek istenirler. Gene o çevredekilerden daha fazla para, iktidar gücü, belli bir konum gibi hedefleri olur. Böylece, bu konumları ile, yakınlarının onayını alırlar.

En doğru fikirleri öne sürmek, tüm sorunların üstesinden gelmek, açık ve net tahliller yapmak ve böylece en doğru kararları almak, onları daha yüksek görevleri üstlenecek duruma getirir.

Narsistler genellikle erkektir! Toplumun erkeklerden beklentilerinin daha fazla olması bunda rol oynar. Kadınlarda Narsizm, erkek gibi davranma, dış görünüş ve toplumda belli davranışlar sergilemek şeklinde belirir.

Bir Narsist, aşırı derecede çevrenin kendisini onaylamasını arzular. Bu olmazsa, o çevreye olan ilgisi de birden „hiç“ olur! Yani, onun için çevredekiler, onu övdükleri sürece vardırlar. Eleştiriye asla tahammül edemezler. Öz eleştiri, hiç anlaşilmayan bir yabancı kelimedir.

Narsistler, bu nedenle sadece dışa karşi güçlü görünürler, kendi içlerinde ise, en küçük eleştirinin bir yıkım gibi göründüğü, zayıf bir karakter özelliği sergilerler. Gene aynı nedenle, yakınındakilerin başarılarını bir başarısızlık gibi gösterme eğilimindedirler. Karşılarındakini daha da acımasızca eleştirir, fırsatını bulunca da yıkmak, bozmak isterler(Profil nevrozu)…Sadece bu yolla kendilerini başarılı gösterebileceklerine inanırlar. Erich Fromm, bu durumu: „Bir narsist, etrafına görülmez bir duvar örer; kendisi herşey, dünya hiçbirşeydir onun için. Bundan da öte, dünya kendisinden ibarettir“ diye açıklar.

Bir Narsist kendisini hayallerinde tam bir kahraman olarak görür. Orta okulu, İmam Hatip’i bile bitirmediği halde, Nobel ödülü hayali kurar!

Kendilerini sempatik gösterme çabası içinde olurlar. Empati rahatsızlık verir!

Sorumluluk almaktan kaçınırlar. Suç hep hukukçularda, görevini yapmayan savcılarda, bakanlarda vb.dir.

Taşkınlık yaparlar, disiplin önerirler ama kendileri disiplinsizdirler

– Yalan söylemek bir hastalık derecesindedir.

Bir firmada ise, firması dünyanın enbüyük firması olacak hayali; bir ülkenin başında ise, ülke sınırlarının genişlemesi hayali kurarlar.

Tarihin en büyük narsistleri arasında Napolyon Bonapart ve Hitler gelir. Sonları malum! Hayalleri üstlerine yıkıldı.

„Benim vatandaşım, benim polisim, benim memurum, benim köylüm…Bize komplo hazırlıyorlar, hatta Mısır’daki komployu da İsrail hazırladı. Şimdi karşı çıkmazsak aynısı başımıza gelebilir!“

Dikkat edin! İyi olurken kendisi yapıyor, kötü olurken hep dış mihraklar, içerdeki iş birlikçileri vb. Kendisi hep suçsuz. Toplumu kendinden yana olanlar ve olmayanlar diye bölen adam, birlikten bahsediyor! İşte bu yalancılık hastalığının ilk belirtisidir.

Bu tipi bir yerden tanıyor musunuz?

  • 21 Ağustos 2013 Çarşamba Muhalefet.org’da yayınlanmıştır

 

PUTIN,SURIYE, AB

HİLMİ İLE

PUTİN, SURİYE, AB ÜZERİNE

Putin’in Suriye Politikası, birçok solcuyu, alevileri, Barış Yanlıları’nı hoşnut etti. Şimdi bu Putin, insan haklarını savunuyor mu gerçekten? Demokratlaşıyor mu?

HİLMİ : Hayır! Putin bildiğin eski Putin. Bu değerlendirmeler, Suriye’de var olma savaşı veren dini, ulusal azınlıklar açısından, onların psikolojileri açısından belki kısa süreli bir ruhsal rahatlama anlamı taşır. Gerçekte ise, sadece “askeri yardım” olarak görülmelidir. Hepsi bu. Bu gibi “girişimler” iyi-kötü gibi, ahlaki anlam içeren sözcüklerle değerlendirilmemelidir.

Ama bu son Ateşkes, barışa doğru, demokrasiye doğru bir adım değil mi?

HİLMİ : Evet öyle ama, bu asla Putin’i demokrat yapmaya yetmez. Putin, uluslar arası arenada, güçler dengesi denilen alanda, yeniden yer almak konusunda iyi bir atak yaptı. Başarılı da oldu. Suriye’de, ABD ile aynı düzeyde görüşen bir taraf oldu. Bu, aynı zamanda, bundan böyle dünyanın neresinde olursa olsun, ABD kendi başına davranamaz anlamı da taşıyor. Suriye’de ABD ye bu söylendi.

Putin, Suriye görüşmelerine paralel olarak, AB ülkelerinde de atağa geçmişti. Hala da çok ciddi düzeyde bir Diplomatik Savaş devam ediyor.30.01.2016 tarihli Der Spiegel ile diğer gazetelerde, TV haberlerinde bugün konuşulmayan çok önemli bir haber yayınlandı. Ondan önce de Köln Garı’nda Kuzey Afrika kökenli erkeklerin alman kadınlara sarkıntılık ettikleri; hatta tecavüz ettikleri haberi çıkmıştı.

Ama bu olayların konu ile ilgisi ne?

HİLMİ : Acele etme! 30 Ocak olayı önemli. O tarihte, Almanya’da Marzahn-Hellerdorf’ta, “güneyli gibi gözüken”, bozuk almanca konuşan 3 erkeğin, 13 yaşındaki Rus kökenli bir kızı alıkoydukları, tecavüz ettikleri haberi yayıldı. Ardından Rus elçiliği haber hakkında resmi makamlardan bilgi istedi. Olay, yabancı düşmanı AfD, NPD ile diğer ırkçı partilerce propaganda gereci olarak kullanıldı. Bizzat Putin, almanların, Rus kökenli yurttaşlarına sahip çıkamadığını ilan etti.

Daha sonra, hem Dr. raporları, hem de kızın ifadesini alan polis raporları bu konularla ilgili haberler açıkça yalanlandı. Öyle Bir şey yoktu! Köln Garı olayı da öyle.

Rusya’nın resmen görüştüğü insanlar kimler biliyor musun? Alexander Gauland (AfD Genelbaşkan yardımcısı), Udo Voigt (NPD AB meclis üyesi, sicilli Nazi), Heinrich Groth( Rusya Almanları Birliği başkanı, milliyetçi) bunlara ek olarak bir başkası var ki, tam bir araştırma konusu: Jurgen Elsesser. Hannah Arendt’in “Daha dün komunisttiler” dediği insanlardan. Berlin’deki bir toplantıda, “Yeni SSCB nin başkenti Brüxel’dir” diyecek kadar çoşkulu bir Putin hayranı eski komunist(!).

Düşünebiliyor musun? Rus Hükümeti ile avrupadaki aşırı sağcı, ırkçı partiler, açıkça resmi ilişki kuruyorlar. Dahası var. 2014 eylülünde, Fransız Miliyetçi Cephesi (Front National) bir Rus bankasından milyonlarca kredi aldı(!). Jurgen Elsesser (Eski komunist!), NPD ileri gelenleri ile ortak konferanslar örgütlüyor(!). Masraflar ruslardan.

Kısaca : Putin Rusya’sı, AB demokrasisini güvenilmez göstererek, kendi kontrolündeki totaliter eğilimleri güçlendiriyor.

İşte, konumuz açısından önemli olan da budur. Yani Rusya’yı suriye,TR ; yada dünyanın herhangi bir yerindeki demokrasi mücadeleleri hiç ilgilendirmiyor. Rusya da aynı ABD gibi, bir emperyal devlet olarak, kontrol altında tutabileceği, zayıflatabileceği “bölgeler” politikası yapıyor. Bölgeler kavramını bilerek kullandım. Olur ya TC bölünürse, bu durumda parçalardan hangisi ile ilişki kurmak, stratejik olarak daha uygundur? Sorusu Rusya’yı daha çok ilgilendiriyor. Ne demokrasi, ne eşitlik, ne insan hakları; ne de …üstünü sen getir.

Bu durumda biz Putin’e Suriye’de demokrat, Avrupa’da faşist mi diyeceğiz?

HİLMİ : İşte politikada denklemlerin nasıl kurulabileceğine ilişkin somut bir örnek daha. Öyle bir dünyada yaşamaya başladık ki, bugün sağlam, güvenilir bir ülke, yarın bütünüyle karışık, iflasın eşiğinde, anti demokratik bir ülke olabilir. İnternet üzerinden bilgi kirliliği savaşı, iktisadi düzeyde “yardımlar” ile yeni bağımlılık ilişkileri, diplomatik itibarsızlaştırma çabaları…3 Dünya Savaşına başlandı bile.

Şu anda iktidardaki eski bir KGB Ajanı ile Berlin Duvarı’nın yıkıntısından çıkmış, Barış Umudu ile, birleşme heyecanının iktidara getirdiği, dindar hümanizm savunucusu Merkel arasında devam eden diplomasi savaşı var. AB nin geleceğini bu ikisi belirliyor. Biri asker stratejisi, diğeri eski demokratik değerlere dayalı zamana yayma “halletme” düşüncesi.

İnsanın aklına, Thomas Hobbes’in Descartes için dediği geliyor. “Keşke geometri ile uğraşsaydı. Dünyanın en iyi geometricisi olurdu. Çünkü kafası felsefeye yatkın değil.”demesi geliyor. Bu ikisi içinde ben söyleyeyim: Keşke biri orduda kalıp istihbarat toplasaydı; diğeri de kilisede kalıp papaz olaydı.

Bu savaşta birçok diktatör gelip gidecek. Tayyip gibileri de ayakta kalabilmek için, halkı iliğine kadar sömürmekten başka yol göremiyorlar. Bu bir çeşit iktisadi bağımsızlıktır. Başarı ise kısa süreli, üstelik geçicidir. Artvin Cerattepe Saldırısı’nın arka planı işte budur.

Cerattepe ile bu konu nasıl birleşir ki?

HİLMİ : Birleşmez mi diyorsun? Bu konuyu da yarın konuşalım. Çok şaşıracaksın. Hem de çok!

HDP üstüne…

HDP üstüne…
Bugün gördüm, okudum.
Önce kendi nacizane yorumumu sonra L. Gültekin yazısını sunayım.
HDP nin PKK nın çekim alanından kurtulabilmesi konusu gerçekten cetrefilli bir durum. Ben bu konuda genelde iyimser değildim/değilim ama arzu olarak tabii ki isterdim/isterim. Levent Gültenin bu konuda sanki daha fazla beklentisi ve inancı varmış. Yazık oldu tabii.
Maalesef 7. Hazirandan sonra PKK yaptıkları ve özellikle açıklamaları ile Fidan-Senaryolarına bilerek/bilmeyerek taşeronluklar yaptı.
Bu hele ikinci Ankara katliamı ile taban yaptı.
Aslında gerekli olan Erdoğan ve çetesinin savaş/şiddet cizgisinin ırkçı ve milliyetçi dilinin teşhir edilmesi ve yenilmesi idi. Bu dil ve ideolojik kampanya aşılmadan savaş ortamının bitmesi mümkün değil.
PKK savaş/şiddet stratejisi veya daha kibarca şehirlere inme projesi Erdoğan ve çetesinin savaş/şiddet cizgisinin izdüşümü oldu ve aslında bu HDP nin demokratik, barış ve Türkiyelileşme politikalarının çellatı oldu.

Neyse biraz da L. Gültekin:

lgul
26.02.2016, Ayhan

HİLMİ İLE SURİYE’DE BARIŞ ÜZERİNE

HİLMİ İLE SURİYE’DE “BARIŞ” ÜZERİNE

23.02.16 öğlen haberlerinde, Putin ile Obama’nın uzunca bir süredir Suriye’de Barış konusunu görüştükleri duyuruldu. Hatta bu görüşmelere, Suudi Kıralı ile Katar Emiri’nin de sonradan katıldığı söylendi.

Bu gerçekten de bir Barış Umudu olabilir mi?

HİLMİ : Bu tip görüşmelerde, silahların bırakılması konusunun ele alınması, başlangıç noktasıdır. Putin ile Obama da öyle yaptılar. Bu noktaya gelinmesinde, Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medyedev’in, Münih’teki Güvenlik Konferansı’nda, “yeni bir soğuk savaştan” söz etmesi de rol oynadı şüphesiz. Putin ile Obama arasında işte bu silah bırakışması, tarih olarak 26.02.16 Cuma günü akşam 23.00 te uygulanacakmış.

Bu açıklama, tabi ki bir barış umudunun yeşermesi demektir.

Ya buna uygun olmayan, kuraldışılıklar?

HİLMİ : İşte bu konu önemli. Rusya, IŞİD ile El Kaide uzantısı El Nusra Cephesi’ne karşı hava saldırılarına devam edecek. ABD de bir yandan, IŞİD’e karşı hava saldırısına devam ediyor, diğer yandan Rusya’dan bu saldırıları durdurmasını istiyor(!). Buna karşın Rusya, Esad’a karşı “ılımlı muhalefet” denilen guruplara ateş açıyor. ABD, bir yandan İran ile anlaşma yolunda, diğer yandan İran, Rusya ile birlikte Beşir esad’ın yanında, muhaliflere savaş açmış durumda. Tam bir diplomatik maskaralık.

Bu bölgede böyle durumlar gelenek gibi.Yeni değil. Farsiler Helenlere saldırdığında, Ermeni Kırallıkları Farslılarla bir olur savaşa katılırlardı. Hatta Klikya’daki yunanlılar da Darius yada Xerxes’in ordusunda Atina ordusuna karşı savaşa katılırlardı.Helenler Farsilere saldırdığında da onlarla birlikte Farsilere. Atina’lılar Makedonları aşağılarlardı. büyük İskender, Farslıları yenince, ele geçirdiği yunan askerlerini köle olarak Makedonya‘ da pazarlamıştı. Ama biz konuyu dağıtmayalım.

Sence Putin bu Ateşkes’e nasıl bakıyor?

HİLMİ : Olumlu bakıyor. Bu kesin.

Nasıl yani?

HİLMİ : Putin, bu hava saldırıları ile, amacına ulaştı sayılır. RUSYA, aynı eski SSCB gibi uluslar arası siyasi arenada, dikkate alınır bir güç olduğunu kanıtladı gibi. ABD, böyle devam ederse, İran’ı tam kaybetme korkusu ile, bu ateşkese razı oldu. Böylece, Suriye’de, Putin’in deyişi ile “radikal bir değişiklik” gerçekleşecek. Bunun tam tercümesi: Rusya ile ABD arasında, dünya politikasına ilişkin, aynı eskisi gibi, bir “Telefon Hattı” zorunludur.

Peki ama Obama ne diyor bu duruma!

HİLMİ : Obama, Putin’in önerisini selamladıktan sonra, “Tüm tarafların, bu durumdan madur olan insanların acılarını dindirebilmek konusunda daha sorumlu davranmaları, barış sürecini desteklemelerini, IŞİD ile savaşta birlikte davranmalarını” istedi.

Şimdi bu tümceleri de dikkatli okuyalım. “Tarafların sorumlu davranmaları” ile Rusya’ya adeta “Birdaha böyle yapma!” diyor. Barışı öne sürerek te, ABD nin asıl isteğinin barıştan yana olduğuna vurgu yapıyor. Böylece, Bush yönetiminin Orta-doğu politikasını eleştirerek, Esad’a karşı “komplo” düzenlemiş olduklarını unutturmak istiyor. (Kimyasal silah suçlaması, El Kaide’nin oraya kendilerince sokulmuş olması …)

Esad’ın durumu ne olacak şimdi?

HİLMİ : Onun söyleyecek çok bir sözü yok. Rusya ile ABD arasındaki bu anlaşmaya razı olduğunu ilan etti bile. O şimdi, Rusya ile, hangi bölgelerin, hangi guruplar ile idare edilmesi konusunda görüşmeler yapıyor. Bu konular pazarlık masasında görüşülecektir. Bu bir taktik olarak fena değil; çünkü Esad, kendisine karşı olan tüm gurupları terörist olarak adlandırmıştı. Buna uygun da davranmıştı. Aynı Tayyip gibi.

Bu muhalefet ne diyor, nasıl davranacak sence?

HİLMİ : Muhalefet, bu ateşkesi destekliyor tabii. Son tahlilde bu, onlarında bir politik gurup olarak, meşruiyetlerini kazanmaları anlamına geliyor. Bu “Üst görüşme komitesi”(HNC) diye tanımlanan gurubu hiçkimse tanımıyor! Tanımıyor olur mu? Tanıyor tabi ki. Bunlar, Suudi Arabistan’ın desteklediği bir gurup. Üstelik resmen ABD yi kızdırmak için oraya gönderdiği bir gurup. Yani böylece, bu görüşmelerde Suudiler de olacaklar. IŞİD’in “avukatları” olarak(!). Onların istekleri da bunu açıkça gösteriyor. Sadece bu gurup kesin, net istekler öne sürdü. Suriye Kuşatması dursun. Hava Saldırıları dursun. Yardım Malzemeleri’nin girmesi engellenmesin(!). Bu istekler IŞİD ile AKP nin istekleri değil miydi?

Şimdi sırası geldi. Bu durumda Türkiye’nin, T.Erdoğan’ın konumu ne?

HİLMİ : Çok uzun bir konu. Kısaca değineyim. Ankara’daki Hükümet, şu anda tek bir sorun ile uğraşıyor: Suriye sınırındaki YPG (Halk Savunma Birliği) siperlerini bombalamak! Üstelik, Suriye’de bir Ateşkes anlaşması yapılsa bile. Nasıl olursa olsun, Suriye topraklarında, kendi sınırında bir Kürt devleti kurulmasını istemiyor.

Bu devlet kurulursa, kürtlerin varlığını da kabul etmek zorunda kalacaktır. Bu ise, TC nin demokratikleşmesi gerekliliğinin kabul edilmesi anlamı taşır. Yıllarca inkar edilen bir halk, buna bağlı olarak diğer dini, ulusal azınlıklara yönelik bir devlet politikasının zorunluluğu kabul edilecek demektir.

İşte Baykal gibi eskimiş “sosyal-demokratlar” ile AKP nin birleştiği nokta. Onlar asla demokrasi istemediler. Tam tersine demokrasiyi su-i istimal ettiler (Kötüye kullandılar).

Yeri gelmişken, bunların birleştikleri bir başka noktayı da açıklayayım: Cumhuriyet Tarihi bu iki gurup kadar üçkağıtçı bir politik gurup görmedi. Ulusalcılar ile AKP liler. Ulusalcılar, her 10 Kasım’da, Meclis açılışında, Her Çanakkale anmasında, AKP li mollalar da her Cuma Vaazı’nda, Madur edebiyatı yaptıkları nutuklarında, dünyada hiçbir tiyatro sanatçısının beceremediği kadar ustalıkla, mimiklerini, duruşlarını, ses tonlarını kullandılar. Bir tek amaçları vardı: Demokrasinin gelişmesini engellemek.

Seslerinin tonu, beden dilleri, el kol hareketleri ile devlet gücünü göstermeyi amaçlıyorlar. Bu TC nin kutsal bir devlet olduğunu, bu “kutsallığı” da ancak kendileri gibi, ona “adanmış” insanların koruyacağı, koruyabileceği, büyük bir gösterişle sergileniyordu.

İşte kuşaklar böyle bir ruh hali ile büyüdüler. Oysa, bir devleti güçlü yapan, o devletin idare ettiği yurttaşların bilinç seviyesidir. Bu nedenle, devleti kendilerinin kullandığı bir alet olarak gören bu zihniyet te iflas etmiştir. İşte kürtlerin varlığı bu nedenle şiddetle reddedildi.

Daha açık söyler misin?

HİLMİ : Putin ile Obama arasındaki Ateşkes Görüşmesi, gerçekten de bir aydınlık işaretidir. Bu “ışığa” doğru atılacak adımlar, yukarıda değindiğim nedenle, sadece AKP Hükümeti ile Suudi Kırallığı tarafından sabote edilebilir demektir.

Kendi varlığını, bir başkasının varlığını reddetme noktasında savunabilen bir AKP, bir TC asla güçlü değildir. Böyle giderse de dağılır. Onu kurtaracak tek şey, eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik bir çizgidir. Bu da öyle aptalca “Kırmızı çizgimiz” deyip, gericiliğe pirim vererek sağlanmaz. Yani bu AKP nin başaracağı bir iş değildir.

Suudi Kırallığı ise, iktidarını kaybetmemek için her türlü cinayete ortak olabileceğini ilan etti bile. Onları BM daimi üyeliği bile kurtaramaz. Hem ABD hem de Rusya hesaplarında yer vermiyor artık. Bir süre daha direnirler. Sonra da …Bir kehanette bulunmak istemedim. Olsa olsa arzu benimkisi.

Yıkılsın gitsinler tarih sahnesinden. Çok bile durdular.

Yeni sloganımız: Suud defol git. Yeğenin Tayyibi de al!

Duisburg. 24.02.2016

Biography von İbrahim Coşkun

İlgi duyan arkadaşlara…
Dün itibarıyla Almanca dilinde „WIKIPEDIA“ ressam İbrahim Çoşkun ile ilgili çok geniş bilgi içeren „Ibrahim Coşkun 1955 WIKIPEDIA“ sayfasını yayına sundu.

https://de.wikipedia.org/wiki/%C4%B0brahim_Co%C5%9Fkun

Pek yakında Türkçesi de ilave edilecek.Ayrıca ibrahim Coşkun‘ nun çalışmalarını Facebook üzerinden arkadaş olup takip etmek de mümkün.Roze Yena

21 Şubat „Uluslararası Dünya Anadil Günü“
„Bugün dünya anadil günüdür…Dünya anadil günü kutlu olsun !
Anadil özgürlüktür,anadil yaşamdır…Anadil tıpkı bir güvercinin özgürce uçması gibidir…Anadil güneştir,aydır ,aydınlıktır…Anadil bir insanın kendisini özgürce ifade etmesidir…Anadil bir insanın kendi anadilinde „ez tora zof haskon“(ben seni çok seviyorum) diyebilmektir…“

Zazaca dilinde anlamlı bir özdeyişi buraya yazmakla yetineceğim.“Her vas koka ho ser reweno, her theyr zoné hode waneno“( Her ot kendi kökü üzerine yeşerir, her kuş kendi diliyle öter) Roze Yena (Gün Gelir)

 

12742551_1287041571322712_7058207475689804686_n

„Uluslararası Anadil Günü UNESCO tarafından 17 Kasım 1999’da 21 Şubat olarak açıklanmıştır.

Uluslararası Anadil Günü’nün asıl adı Anadil Hareketi Günü’dür. Bu gün Bengali Dili Hareketi için Bangladeş polisi ile çatışan Bangladeşli üniversite öğrencilerinin öldürülmesinin yıldönümü olarak kutlanmaktaydı.

Uluslararası Anadil Günü her yıl UNESCO üyesi ülkeler tarafından kutlanmaktadır. Bunun savunucuları çokdilliliği de savunmaktadır.“ Yılmazcan Şare 

İŞİD DEN ÖNCE HEDEF KİMDİR?

IŞİD nerede nasıl ortaya çıktı?

Bu örgütten önce şu anda kontrol etmeye çalıştığı bölgede kimler vardı?

2001 yılında ikiz kulelerin vurdurulmasıyla başlatılan “yeni düşman İslam” ile çatışmaya girme alanı olarak Afganistan da Taliban seçilmişti. Bir zamanlar ABD nin Sovyet rejimine karşı örgütleyip kullandıkları Taliban ve El Kaide güçleri hakkında dünya kamuoyunda terörist oldukları algısı yaratılmış idi. Terör güçleri karşısında birleşmiş milletlerden karar çıkartmak zor olmadı.

(Burada sorgulanan bu güçlerin terörist olup olmadıkları değil,Bu terör örgütlerinin kimin tarafından hangi fayda için oluşturulup desteklenip kullanıldıklarıdır.)

Ancak Irak için karar çıkartmak mümkün olmadı. Fakat ABD karar olmadan da Irak a girmeye ve istediklerini yapmaya kararlı idi.

Aniden oğul W. BUSH un aklına babasının not düştüğü tarihsel bir olay geldi.

Hatırlayalım; 1991 yılı Şubat ve Mart aylarında Saddam Huseyin e verilmiş bir ders ve bir Ültimatom vardı. 36 ıncı paralelin üstü uçuşa yasak bölge ilan edilmişti. Çünkü; Saddam komşu ülkeye girmekle kalmamış Kuzey Irakta yaşayan Kürtler üzerinde kimyasal silah kullanarak katliam yapmıştı.

Afganistan da ki uluslararası koalisyon güçleri bu sefer de Irak için savaşa girmeliydi. Asıl sorunun Saddam ve elindeki kitle imha silahlarının imha edilmesi ve Irak a demokrasi getirilmesiydi. Bu sefer Almanya ve Fransa doğrudan girmeyi kabul etmez iken İngiltere Amerika nın yanında yerini almakta sakınca görmedi.

Türkiye de barış hareketi üyelerinin çabaları ve ikna edilen özellikle 4 AKP li milletvekilinin ve muhalefetin oylarıyla Teskere ve Amerikalıların Türkiye topraklarını kullanarak Irak a girme çabaları mümkün olmadı.

Amerikalılar ise o zamanki Gül hükümetinin tavrını çantada keklik olarak görüyorlardı ve sükut-u hayalleri büyük oldu. Bunu da daha sonraki dönemde Türkiye ilişkilerin de hissettirdiler. Kuzey Irakta görev yapan Türk Askerlerinin kafasına çuval geçirerek bu tutumlarını taçlandırdılar.

Amerikalılar Saddam ın ve Bağaz partisinin diktatör yönetiminden bezmiş Irak halkının Saddam ve rejimine karşı olan tepkisini de yanlarına alarak kısa sürede Saddam ı devirdi. Irak müzeleri de dahil olmak üzere ülkeyi yağmaladılar ve yağmalanmasına hizmet ettiler. Daha ilk günden başlayarak kan döktüler ve kan dökülecek koşulları yarattılar.

İlk günden başlayarak kan dökmeye başladılar. Mahkum ettikleri Saddam Taraftar ve kadrolarını hapsederek işkenceler uyguladılar. Hapishaneleri boşaltarak ülke içerisinde tam bir kaos ortamının oluşmasını sağladılar.

Bütün bunlar kabul gördü çünkü Saddam gerçekten bir diktatördü.

Saddam ordusundan ileri gelen yüksek rütbeli subayları mahkum ettiler yok ettiler kalanları da silahsızlandırıp salıverdiler. Devlet otoritesini ortadan kaldırarak etnik ve de inanç farklılıkları etrafında çatışmalara yol açtılar.

Irak a giriş amaçlarını Demokrasi getirmek ve Kitle imha silahları tehdidini insanlık adına ortadan kaldırmak şeklinde deklare etmelerine rağmen bunlardan birincisi bu gün de yok. İkincisi de o günde yok. Bu durumu

Zaman ın ABD dış işleri bakanı POWEL daha sonra itiraf etti.

ABD yaptığı işlerin bedelini Iraktan çıkarılan petrolün varil fiyatını kendisi için aşağı çekerek Yaptığı bu pis savaşın ve Irak halkının milyondan fazlasının ölmesiyle sonuçlanan girişiminin maddi bedelini, yine Irak halkının milli servetine direk el koyma yöntemi ile geri almaktadır.

Bütün bu işler yapılırken geçmişte egemen olan mezhep mensupları ile mağdur olan mezhep mensupları yer değiştirmesinin koşulları yaratılarak ülkeyi Kürt/Arap, türkmen etnik ve Sünni / Şii, Ezidi Hıristiyan inanç ana eksenlerinde bölme ve çatıştırma yöntemlerinin hiç biri ihmal edilmemiştir. Diğer azınlıklar içinde hiç parlak olmayan koşullar yine ABD ve müttefikleri tarafından yaratılmıştır.

Yeniden oluşturulan ve eğitilen Irak Ordusu ve polisi mevcut koşullarda bir etkinlik gösterememektedir.

Irak ın kuzeyin de Kürtler ise koşulları kendileri için iyi değerlendirip kendi savunmaları kalkınmaları ve bağımsız devlet olma yolunda yol kat etmişlerdir.

ABD ve müttefikleri bu gelişmeler kendi kontrollerinde olmak kaydıyla teşvik etmişlerdir.

Nihayet Amerika içerde ve dışarıda yeni bir imaj ve yeni bir yüzle kendini göstermek istemiş, Bush ve Saddam Huseyin den sonra yeni HUSEYİN Barrack

Gelmiştir.

Başkan seçildikten hemen sonra, Mısır parlamentosun da ki konuşmasına “Esselamün Aleyküm” adım HUSSEYİN

Ailemde Müslümanlar var diyerek başlamıştır.

Türkiye deki ziyareti ve konuşması da benzer içerikli olmuştur.

Obama iş başına gelince yeni politikalar izleyeceği Irak ın işgaline son verileceği sözü vermiş ve bunu tutmuştur. ABD askerleri ve askeri özel şirketlerinin elemanları, Irak ı terk etmiştir (sınırlı sayıda “DANIŞMAN” dışında)

Geride Şii yanı ön planda olan Maliki, Başbakan Kürt Talabani, Cumhurbaşkanı

Türkmen Ali Haşimi Cumhurbaşkanı yardımcısı ve işletilmesi kabile reisleri, inanç ve etnik kanaat önderlerinin tavrına kalmış bir parlamento dağıtılmış bir devlet mekanizması, toplama ordu, çaresiz bırakılmış Irak halk toplulukları kaldı.

Demokrasi gelmedi. İnsanlar Öldü. Petrol ucuza alındı. Bölge istikrarsızlaştırıldı.

Irak çevresinden de iştahı kabarık komşu ve emperyalist güçlerce çevrilidir.

Saddam zamanında daha çok söz sahibi olan sunni ve diğer benzer eğilimli mezhep mensupları yeni dönemde kendilerini dıştalanmış, devlet ve hükümet nezdinde temsil edilmedikleri hissiyatındadırlar.

Yukarda bahsettiğimiz eğitimli, Saddam a sadık ve ayrıcalıklı elit askerler kendilerini boşlukta ve dezavantajlı konumda görmektedirler.

İran ın Şiilere verdiği destek de Şii olmayan Müslümanları ve eski askerleri rahatsız etmektedir.

Uluslararası platformda Sünni ve diğer Müslüman ülkelerden yardım ve destek bekleyip almaya dayalı bulundukları topraklardan başlayarak kendi devletlerini

Kurma girişimini başlatırlar. Bu girişimin hedef itibarıyla Irak ı bölmeden sonuca gidebilmesi mümkün değildir. Şiiler ve Kürler de benzer girişimler içindedirler.

Bu kesimlerin bu yönde izlediği politikalar ve yöntemler farklı olmakla birlikte

süreç bu yönde gelişmektedir. Uluslararası aktörler Irak’ın bölünmesinden “bir

birilerini yemesinden” bir rahatsızlık duymamakla kalmayıp, her biriyle ayrı ayrı ve değişik düzeyde ilişkiler kurarak bölgedeki nüfuzlarını artırma çabası içindedirler. Irak a paralel olarak Suriye de benzer bir senaryo sahneye konmuştur.

Ancak Esad’ dan sonra ne olacağı konusu netleşemediği için ayak sürümeye devam edilmektedir. Ayrıca Suriye jeopolitik konumu itibarıyla önemli olmasına karşın sunacağı Petrolü yoktur.

Bölgenin ortak bir yönü de sınırlarının birinci paylaşım savaşı sonrasında cetvel

İle kabaca çizilmiş olmasıdır. Burada demografik durum etnik ve inanç yolları (mezhep ve dinler) açısından dikkate alınmamıştır. Bu gün tüm bu coğrafyada doğal ve yapay yerleşimler sonucu insan topluluklarının bir iç içe geçmişliği söz konusudur.

Otorite boşluğunun ortaya çıkması ile bulundukları alanı kendilerine yurt etmek, savunmak, genişletmek eğilimleri arasında çatışan çıkarlar mevcuttur.

Bölgenin kaderini Büyük Ortadoğu Projesi adı altında çizen güçler bu durumdan şikayetçi değiller.

Onların yanında onlarla birlikte pay kapma çabası için de olan tüm kesimlerde ABD ve İngiltere’nin amaçlarına hizmet edecek roller içindedir.

İşte bu ahval içerisinde selefi örgütlerin bu bölgede aktif rol üslenerek Irak Şam islam Devleti (IŞİD) kurma çabaları tamamını olmasa bile bir kısmını yukarıda anlattığım temele oturmaktadır. Bu anlamda bölgedeki diğer benzer girişimlerden farkları yoktur.

Farklı oldukları yanlar ise çoktur; kullandıkları yöntemler korkuyu egemen kılma çabasının Marketing esaslı sunumudur.

İnsanları psikolojik olarak temelden sarsacak nitelikte hunharlıkları yapmakta sakınca görmemeleri yukardakinin kanıtıdır.

Algı yaratma uzmanlarının sunmaya çalıştığı gibi bir inanç ya da ideoloji esaslı birliktelik değillerdir.

Varlıkları ile Dünyanın birçok yerinde sisteme karşı olup kendisini çaresiz hisseden kişilere kendilerini boşaltma olanağı vermekteler. Bu olanağı güç devşirme aracı olarak efektif bir şekilde kullanmaktalar.

Ortaya çıkış hızları ve tanınmışlık oranları artış hızı ise, işin arkasında dünya çapında bir marketing ajansı olduğunun kanıtıdır.

Bunu giyim kuşam, donanım ve renk hafızası ile birlikte değerlendirdiğimizde daha net görebiliriz.

Dolayısıyla kendini yasladığı zemin ile insanlık dışı uygulamaları ve bunu etrafında yapılan algı operasyonları ile ulaşılan nokta ciddi bir çelişki içermektedir.

IŞİD ile ABD nin ilişkisi ise iki açıdan sorgulanmalı birincisi IŞİD yukarıda anlatılan ABD nin bölge de ve Irak ta ki çabaları sonucu ortaya çıkmıştır.

İkincisi bu gün ABD IŞİD ile çatışıyor ve bundan daha çok da görünümü veriyor.

Soru ABD ve Koalisyon güçleri IŞİD in bitmesini İstiyorlar mı?

Bunun için gerekeni yaptıkları inandırıcı mı?

Eğer bir mücadele yürütülecek ise bu ABD nin ve içimizdeki işbirlikçilerinin bölgede ki rollerine ve çıkarları dikkate alınmadan olamaz.

Sıralama da sorunu üreten birinci sırada görülmeli ve pragmatik Ortadoğu usulü politikalardan vazgeçilmeli. Bu pragmatizm kısa vadede sonuç verir gibi gözükse de daha bir adım sonrasında alet haline geldiğimizi görürüz.

Bölgede olup bitenlere karşı IŞİD in ve tüm bu koşulların ortaya çıkmasına sebep olan ABD ve onun baş müttefiki İngiltere ve diğerleri ile birlikte nasıl mücadele verilebilir.?? Sıralamada IŞİD den önce ABD olmalı.

IŞİD in insanlık dışı uygulamaları ABD nin ve müttefiklerinin rollerini unutturmakla kalmayıp İslam’a zarar vermek isteyenlerin liste başını almasını da sağladı. O halde Işid in varlığı ve mevcut durumu kimin işine yarıyor?

ABD’nin Kürtlerin Rojava da varoluş mücadelelerinde en sıkı müttefikleri olması Amerika Birleşik Devletlerinin hangi amacıyla uyum içindedir?

ABD ile müşterek verilecek mücadele karşılıklı “kullan kullan” temelinde olmuyor mu?

ABD Kürt halkına bu gün ve yarın Irak halkına gördüğünden başka bir şeyimi reva görecek?

Kısacası IŞİD hedef şaşırtıyor kendisi bir sonuç neden ABD, İngiltere, müttefikleri ve içimizdeki işbirlikçileridir.

IŞİD İ yaratan ve destekleyenler ilk hedef olmalılar.

Sevgi ve Saygılarımla

Hayrullah Bayram